Mondros’tan 11 Nisan’a: Şanlıurfa işgale nasıl karşı koydu?

Şanlıurfa’nın işgalinden kurtuluşuna kadar geçen süreci ve yaşanan zorlukları İLKHA mikrofonuna anlatan Araştırmacı Yazar Av. Müslüm Akalın, işgal kuvvetlerinin politikaları karşısında, Urfa eşrafı ve halkının kendi kaderini tayin ettiğini söyledi.
Şanlıurfa’nın kurtuluşuna giden sürecin 1916’daki gizli Sykes-Picot Anlaşması ve ardından gelen Mondros Mütarekesi ile şekillendiğini dile getiren Av. Akalın, 1919’da İngiliz, ardından Fransız işgaliyle sarsılan şehirde direnişin 1920 yılında başladığını ifade etti.
1916 Sykes-Picot Anlaşması'ndan başlayarak Urfa'nın Fransız işgaline karşı verdiği mücadeleye uzanan tarihi bir süreç yaşandığını belirten Akalın, bölgenin kaderini belirleyen gizli anlaşmalar ve işgaller, halkın kendi imkanlarıyla örgütlenmesini zorunlu hale getirdiğini belirtti.
İngilizlerin ardından Urfa’ya gelen Fransızların sert uygulaması halkın sabrını taşırdığını ve direnişi başlattığını ifade eden Akalın, terhis edilen orduların ardından korumasız kalan halkın Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti aracılığıyla silahlı direnişe geçtiğini vurguladı.
Sivas Kongresi sonrası verilen gerilla talimatnamesiyle Urfa’da silahlı mücadele başlatıldığını anlatan Akalın, 1916'daki paylaşım planının 1920'de halkın örgütlenmesiyle boşa çıkarıldığına dikkat çekti.
İngilizlerin ardından gelen Fransızların halka dayattıkları kurallarla büyük tepki topladığını ve iki sömürgeci devletin yaptığı değişimin Urfa’da direnişin fitilini ateşlediğini söyleyen Akalın, Urfa’da 1919’da başlayan sivil örgütlenmenin, Fransız işgaliyle birlikte direnişe dönüştüğünü belirtti.
“11 Nisan, Fransız işgalinin sona erdiği gündür”
Fransızların iş birliği yapmak istediği aşiretlerin büyük bir kısmının Osmanlı’dan yana tavır aldığını ifade eden Akalın, “11 Nisan, Fransız işgalinin sona erdiği gündür. Ancak bu bölgenin işgal kuvvetleriyle tanışması daha gerideki birtakım siyasi oluşumlarla gerçekleşti. Bunların başında daha önce bilinmeyen Sykes-Picot Anlaşması dediğimiz 1916 tarihli büyük paylaşım anlaşması gelir. Bu anlaşma bozulunca bir bölümü işgal kuvvetleri tarafından sürdürüldü ve nihayetinde Mondros Mütarekesi’ne ulaşıldı. Esas olarak bizim bölgenin makus talihi Mondros Mütarekesi ile karşılaşmasıyla oldu. Bu tarihte özellikle bizim bölgedeki ordumuz; Suriye ve Irak’taki o zaman “Suriye” de yok, “Irak” da yok o bölgedeki 6. Ordu Kumandanlığı Musul’da bulunuyordu. 6. Orduyu işgal kuvvetleri oradan çekilsin diye padişaha ültimatom verdiler. Bu, kabul görmeyince onu tevkif etme yoluna gittiler. Aşağıdan yukarıya doğru bir süpürme harekâtıyla, başsız ve terhis edilmiş orduyla burada korumasız kalan halkın, şehir insanlarının üzerine ordularla yukarıya doğru çıktılar. Önce 1918 Eylül ayında Şam düştü. Ekim ayında Halep düştü. Zaten ekim sonunda da biliyorsunuz, ünlü Mondros Mütarekesi gerçekleşti. Ondan sonra Urfa’ya bir tebligat geldi ve bir tarafta resmî talimatlarla 'bölgeyi boşaltın, orduları terhis edin, yok şöyle yapın, yok böyle yapın.' denilerek; bir taraftan da bölgedeki bir kısım Arap ve Kürt aşiretleriyle ilişki kurdular. Çok cüzi denilebilecek bir bölümü bunlarla iş birliği yaptı. Yani yüzde 90’ın üzerindeki bir oranla tamamı, o zamanki devletten, Osmanlı’dan yana tavır aldılar.” ifadelerini kullandı.
“İngilizler gidecek, Fransızlar gelecek”
İngilizler, Fransızlarla işgal takası yapmadan önce bunun söyletişinin Urfa’da konuşulduğunu söyleyen Akalın, “İşgal kuvvetleri Urfa’ya ilk olarak 1919 yılının mart ayında geldiler. Kendilerini karşılamayan dönemin bu tasarrufuna iyice bir çıkıştıktan sonra hakkında yazılar da yazdılar. 'Bu millicidir.' diye. Daha sonra bir vesileyle onu görevden aldırıp Akçakale’den trenle Konya üzerinden İstanbul’a gönderdiler. Orada düzmece bir divanda yakaladılar, sonra da idam ettiler. Uzun bir süre sonra buradaki teşkilat, daha çok işgal kuvvetlerinin Urfa’yı işgal etmeden önceki aylarda rahmetli Nusret Bey’in eşrafı toplayıp meydana getirdiği bir sivil destek örgütüydü. Urfa’nın eşrafı, zenginleri ve bir kısım kabilelerin reislerinden oluşan bir ekiple, o zamanın zihniyetine göre en büyük risk işgaldi. İşgal onlara uzaktı. Ordu’nun tesiriyle özellikle Suriye tarafından göç eden Gezer dediğimiz Arap kabilelerinin gazve nedeniyle şehre zarar vermeleri ihtimaline karşı şehirde bir birlik, bir teşkilat kuralım dediler. Silah ve para topladılar. Topladıktan sonra onları bir süre muhafaza ettiler. Ancak daha sonra işgalden sonra bu pasivize edildi. Çünkü çalışma alanları yoktu. Bu nedenle de İngilizlerin 1919 yılının martında burayı işgalinden sonra, Fransızların girişine kadar yani ekim sonu 1919’a kadar Urfa aslında çok gürültülü, patırtılı bir hayatla tanışmamıştı. İngilizler usta sömürgeciler olduğu için halka çok ters gelen şeylerden ya da onların tepkisini çekecek şeylerden pek hevesleri olmadı. Daha çok kırsalda, aşiretler üzerinde çalışıyorlardı iş birlikleri için. Ama o arada Türkiye’de Millî Mücadele kaynıyordu. Haziran, temmuz ve eylül aylarında Amasya Kongresi, Erzurum Kongresi gerçekleşti, biliyorsunuz yaz aylarında. O ara Urfa’da bir söylenti meydana geldi. O söylenti ise aslında bir gerçeğin ifadesiydi ama aslı bilinmediği için Urfa’da kahvelerde, odalarda, sıralarda söyleniyordu. O da şuydu: 'İngilizler gidecek, Fransızlar gelecek.' Bu söylentinin kaynağı, o sırada Fransızlarla, İngilizler arasındaki bir anlaşmaydı.” diye konuştu.
“Şanlıurfa’da bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruluyor”
Şanlıurfa’ya gelen Fransızların yaptıkları karşısında aşiretlerin ve halkın örgütlenmeye başladığını vurgulayan Akalın, “Suriye’de işgal kuvvetlerinin değiştirilmesine ilişkin İngiliz-Fransız Anlaşması olarak bilinen, o anlaşmaya göre Fransızlar işgal ettikleri yerleri İngiliz'lere terk ediyorlar, İngiliz'ler de işgal ettikleri yerleri Fransız'lara terk ediyorlardı. Bu şekilde İngilizler Suriye bölgesindeki petrol yerlerini alıyorlar, Fransız'lar da oradan çıkıp Urfa, Maraş, Antep’e geçiyorlardı. Bu anlaşmanın, bu söylentinin nedeni buydu. Bu söylentiler Urfa’da dolaşırken, Urfa’daki Jandarma Kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey’in girişimiyle Urfa’daki eşrafla kurulan ilişki sonucunda Urfa’da da bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti bulunuyordu. Zaten daha önceden, kısmen gazvelere karşı kabilelerin tarzına karşı hazırlanan kuvvetin dağılmış ama silahlar toplu olarak bulunuyordu. Onların da katılmasıyla bir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmaya çalışıldı. Ekim ayından itibaren, o sırada Sivas Kongresi’nin kurmuş olduğu Temsiliyet Sivas’taydı. Onlarla temas kuruldu. Onların talimatıyla ülkenin diğer kentlerinde; Antep’te, Maraş’ta, Urfa’da olan bağında bir bütün içerisinde devam ediyordu. O mücadelenin sonunda, 1 Kasım’da buraya bizim cemiyet henüz kurulma aşamasındaydı ve 1 Kasım’dan itibaren burayı Fransız'lar işgal etti. Fransız'lar işgal ettiğinde, İngiliz'ler gibi değildi. Biraz daha sert ve halka karşı kötü davrandılar. İngiliz'ler bu işte daha çok ustaydı tabii. 'Askerlerimize selam vereceksiniz', 'bilmem hangi memuru tayin ettiğinizde bize bildireceksiniz' vesaire talimatlarla her türlü müdahaleyi yapıyorlardı. Bunun üzerine bu örgütlenme işini organize edenlerden Binbaşı Ali Rıza Bey’i sorguya alıyorlar ve sorguda ona tutuklu olduğunu söylüyorlar. Ali Rıza Bey’i 1919’un Kasım ayında tutukluyorlar ve o bir yol bulup taburun devir teslim işini yapmazsam olmayacak, kesin yapmam lazım' gerekçesiyle onlardan bir izin istiyor. Oradan çıkıp tabura gittikten sonra bir dost vasıtasıyla Urfa’dan Diyarbakır’a doğru kaçıyor, firar ediyor. Bunun üzerine eşraftan da bazı şahıslar tutuklanıyor. Mesela Bucak aşiretinin reislerinden Ali Efendi’yi de tutukluyorlar. Hatta kabilelerin tepkisi üzerine sonra bir teminat karşılığında serbest bırakıyorlar. Bir süre sonra, o arada bir taraftan örgütlenme devam ediyor, bir taraftan da işgal kuvvetleri kendi planlarını uyguluyorlar.” şeklinde konuştu.
“25 Ocak 1920 tarihli Gerilla Talimatnamesi”
Şanlıurfa’da aşiretlerin ve halkın mücadelesiyle zor durumda kalan Fransız'lara ültimatom gönderildiğini belirten Akalın, “1919’un sonuna doğru Urfa’dan giden jandarma komandonun yerine Adana bölgesinden başka biri, jandarma yüzbaşısı, jandarma kumandanı olarak tayin ediliyor. Onun ismi Kurtuluş Savaşı'nda çok geçer. Yüzbaşı Ali Sait Bey. Yüzbaşı Ali Sait Bey geldiğinde, her ne kadar kendi hatıratında 'Ben geldim, şunu yaptım, bu teşkilatı kurdum.' diyorsa da aslında az önce söylediğim gibi zaten önceden kurulmuş bir teşkilat hazırlaması vardı. Onlarla kurduğu münasebet sonucunda, Sivas’tan ünlü bir talimatname var. Gerilla Talimatnamesi. 25 Ocak 1920 tarihli. Orada işgal kuvvetlerinin aslında işgal etmemeleri gereken yerleri de işgal etmiş olmalarından, bölgede görüşmelerden pek iyi sonuç alınamadığını; bu nedenle de mücadeleye başlanacağını, bu iş için gerilla savaşlarının yapılacağını ve bu savaşın da Urfa’da başlayacağını söylüyor. Bu talimatla birlikte Urfa’da da Fransız'lara karşı Ali Sait Bey, aşiret reislerine birer mektup ve talimatname gönderiyor. Ondan sonra onların hangisinin hangi görevi, kimin rayları sökeceğini, kimin kuvvetlerle buraya geleceğini, kimin nereye gideceğini talimatnamede tek tek yazıyorlar. Ancak bu girişimin Fransız'lara bir aşiret reisi tarafından ihbar edilmesi üzerine o girişim gerçekleşmiyor. Yola çıkıyorlar, toplanıyorlar, hazırlık yapıyorlar. 7 Şubat sabahı atların bir bölümü Karaköprü’ ye ulaşıyor ve bunlar Ali Sait Bey’in hazırladığı bir ültimatomu Fransız'lara gönderiyor. Orada, 'Silahlarınızı bırakıp işgali sona erdirmediğiniz takdirde savaş başlayacak ve sizleri silah zoruyla çıkartacağız. Umarız ki siz buna meydan vermezsiniz.' ifadeleri yer alıyor. Bu ültimatom Fransız'lara ulaştırılıyor. Onlar da cevaben, 'Biz bunlara karar veremeyiz. Ancak bizim Halep’teki komutana yazarız. Onların cevabı neyse, ona göre hareket ederiz.' diyorlar. Tabii o cevap hemen gelmiyor, bu nedenle de aşiret kuvvetleri, atlarla Siverek ve Hilvan’dan arkadan gelen kuvvetler de katılıyor, onlarla birlikte Bey Kapısı’ndan bugünkü Mahmutoğlu Kulesi’nin oradaki bölgeden bir de Harran Kapısı’ndan aşiret reisleri, atlılarla, zılgıtlar arasında şehre giriyorlar.” ifadelerine yer verdi.
“Şehir onları muhasara ediyor”
Savaştan dönen yedek subaylarla aşiretlerin birleşmesi üzerini kuvvetli bir birlik oluşturduklarını belirten Akalın, “Şehir bunlara hemen bir komite kuruyor, evlere, camilere bunları yerleştiriyor, müdafaa hazırlığı yapılıyor. Ayın 9’unda ilk silah patlıyor. Anlatımlara göre, mücahitlerden birinin anlatımına göre cezaevindeki mahkûmların da boşaltılıp kuvvete destek yapılması fikri ortaya çıkınca, o anda bu karardan haberi olmayan bir nöbetçinin meydana çıkan kapıdan çıkmaya çalışan mahkûmları görünce silahla havaya uyarı ateşi yakmasıyla Fransız'lar bunu kendilerine karşı bir saldırı olarak kabul edip şehre ateş etmeye başlıyorlar bulundukları yerlerden. Bu şekilde aslında ilk iş başlıyor. Ondan sonra Fransız'lara karşı yapılan bir iki baskından sonra, bulundukları bölgeden bizim eski vilayetin oradaki bir evde Kürkçü Ömer Edip Efendi’nin evindeyken oradan daha güvenli gördükleri, yukarıda, bugün Namık Kemal İlkokulu’nun karşısında yer alan ve o dönem Kürkçüoğlu Konağı olarak bilinen, bugün ise Kurtuluş Müzesi olan yere taşınıyorlar. Orası daha müstahkem, orada bir şekilde kendilerini muhafaza altına alıyorlar. Ama şehirle bağlantıları kopuyor, şehir onları muhasara ediyor. O sırada Urfa’nın savaş kuvvetlerinin çoğu, yani Irak çöllerinde, Suriye çöllerinde, Çanakkale’de çoğu ölmüş, heba olmuş. O nedenle de burada savaştan dönen az sayıda yedek subay ile çocuklar ve yaşlılar var. Onlarla birlikte gelen aşiret kuvvetleri ile büyük bir güç kazanılıyor. Fransız'lara baskınlar yapılıyor. Yapılan baskınlar içerisinde en önemlisi Firavrut Tepesi’ne yapılan önemli bir baskın var. Kara Döküm Bağı dediğimiz, bugün hastanenin arka tarafındaki bağdaki bir ileri karakola baskın yapılıyor. Bugün Bediüzzaman Mezarlığı’nın orada bulunan ve mezarlığın iki yakasını bir araya getiren bir karakol vardı. Bediüzzaman Karakolu. Orayı zapt etmişlerdi. Orayı da bir şekilde tahliye ettiriyorlar. Fransızlar giderek geriye doğru, Nedim Konağı’nda sıkışıyorlar.” dedi.
“Fransızlar Şanlıurfa’yı terk etme kararı alıyorlar”
Verilen mücadelenin sonunda Fransız'ların Ermenileri aracı yaparak gitme kararı aldıklarını dile getiren Akalın, “En büyük mücadele 4 Mart’ta oluyor. 4 Mart’ta çok şehit veriliyor. O konağa, onların toplarıyla dışarıdan Siverek’ten Urfa’ya gelen kolordunun göz yummasıyla iki top Siverek’ten Urfa’ya kaçırılıp getiriliyor. Onunla birlikte 4 ve 5 Mart’ta Mahmut Nedim’in Konağı’na büyük bir hücum düzenleniyor. O hücumda çok kişi, 70-80 kişi ölüyor. Fransız subayının ifadesine göre, 'Yarın böyle saldırılırsa hepimiz yok oluruz.' demişti. Ama oradan netice alınamıyor. Aşiretler de 'Biz artık bunları yapamıyoruz, ölüp, ölüp gidiyoruz.' diyerek yavaş yavaş işlerini terk edip geriye dönen oluyor. Mücadele bundan sonra yazışmalara dönüyor. Bizimkiler onlara 'Boşaltın' diyor. Onlar, 'Biz yazdık, cevap bekliyoruz.' diyor. Nisan ayının başlarında bizimkiler Fransız'ların su yollarını, ulaşım yollarını, gıda temin yollarını kesiyorlar. Bunlar üzerine, Fransız subayının bir rivayetine göre, 'Artık atlarımızı kesip yemek zorunda kaldık, yıkanamadık, simsiyah olmuşuz.' gibi şeyler söylediği aktarılır. Ve Ermenileri vasıta yaparak Urfa’yı terk etme kararı alıyorlar. Ermenilere haber gönderiyorlar, 'Siz gidin Müslümanlara deyin ki bu Fransız'lar burada kaldığı sürece biz muhasaradan öldük, bittik, aç kaldık.' Bu, Fransız'ların Ermeni'lere teklifidir. Ermeni'ler ise, 'Biz bunu yapmayız. Biz burada Müslümanlarla kaç yüz yıldır birlikte yaşıyoruz. Biz şimdi gidip dersek ki ‘Biz mahvolduk, biz de rahat edelim diye onlara söyleyelim, gitsinler.’ o zaman Müslümanlar bize demez mi ki ‘Fransızlar sizin için geldiler, sizin için de gidiyorlar.’ Biz bunu yapmayız, yapamayız. Ondan sonra biz nasıl beraber yaşarız?' diyerek bu teklifi reddediyorlar. Onun üzerine buradaki başka birini devreye koyuyorlar. Doktor Fischer diye bir hastanenin başhekimi var, İsviçreli. Onu vasıtasıyla, bir de Amerika Yetimhanesinin müdiresi Miss Holmes ile bağlantı kurarak böyle bir çekilme eylemi oluyor. Yapılan görüşmeler sonucunda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ikiye bölünüyor. Bir kısmı 'Silahlarıyla gitmelerine izin veremeyiz, gidip bir daha gelirler. Eğer gideceklerse silahsız gitsinler.' derken, öbür kısmı 'Gitsinler de nasıl gidiyorlarsa gitsinler.' diyor. Sonunda, resmî görüşün ağır basmasıyla, onların gitmelerine izin veriliyor. 7-8 tane şart koyuluyor.” ifadelerini kullandı.
“Bölge insanının aynı Millî Mücadele ruhunu taşıdığını düşünüyorum”
İnsanlarımızın o ruhu bir mücevher gibi yüreklerinde taşıdığını gerektiğinde ortaya çıkacağını söyleyen Akalın, şunları kaydetti:
"10 Nisan’ı 11 Nisan’a bağlayan gece, daha önce bu anlaşmaların yapılmış olduğu, bugün Millet Köprüsü diye bildiğimiz, Bediüzzaman Mezarlığı’ndan hastaneye çıkan köprü üzerinde bir anlaşma yapmışlardı. O anlaşmanın şartlarıyla Urfa’yı terk ediyorlar. Sabaha karşı, gece 12’de yola çıkıyorlar. 00.00’da ya da 01.00’de onların hatıralarına göre hâlâ neden orayı tercih ettikleri bilinmiyor, açık Akçakale yolundan gideceklerine, Suruç dağlık yolu üzerinden gidiyorlar. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nde onların bu şekilde gitmesine karşı olan gruplar, erkenden silahlarıyla birlikte Şebeke Dağları’nı tutuyorlar ve Fransız'lar oradan geçerken müsademe başlıyor. Müsademe sonunda, oradaki Fransız'lardan 100 kadar esir alınıyor, gerisi öldürülüyor ve Fransız'lar o şekilde imha edildikten sonra bizim millî kuvvetler, öncülleriyle birlikte 'Kolumu salladım' türküsünü söyleyerek Urfa’ya dönüyorlar. Hikâye ilk basamakta böyle bitiyor. Şimdi, o dönemin aynen böyle devam etmesi imkânsız tabii. O dönemde de Urfa’da büyük bir ölçekten mutabakat vardı. Yani Urfa’da, mesela bütün Kürt aşiretleri içerisinde bir muhalif vardı, bütün Arap aşiretleri içerisinde bir tek muhalif vardı. Bunun dışında hepsi, büyük çoğunlukla savaşın içerisinde oldular. Şu anda bölge insanının aynı Millî Mücadele ruhunu taşıdığını düşünüyorum aslında. Halkın güncel ve normal durumunda bana göre zamandan değişen teknoloji dışında, ya da genel ortam dışında çok değişen bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ruh olarak halkın içerisinde aynı şey yaşıyor diye düşünüyorum. Bu topraklar için, bu toprakta yaşayan herkesin büyükleri mücadele etti. Benim birkaç tane büyük dayım Çanakkale’de rahmetli oldu. Büyük dedem İstiklal Madalyası sahibi, büyük amcalarım da İstiklal Madalyası sahibi. Mücadele sırasında Urfa’nın, eski Urfa’nın her mahallesinin, her evinden muhakkak suretle çünkü o sırada gençler kendi aralarında çeteler kurmuşlardı, 16-17 yaşındayken ve onlar içerisinde şehit düşen var, yaralanan var, savaşan var. Aslında gençlerde görüldüğü gibi çok lakayt ve lâçka bir yapı olduğuna ilişkin hepimizde zaman zaman gözlemler var. Ama ben insanların bilinçlerinin derinliğinde bu ülkenin toprağı ile ilgili merhametli duygular taşıdığını düşünüyorum açıkçası. Yani o bir gizli mücevher gibi, lazım olduğunda meydana çıkar diye düşünüyorum. Mücadele ruhumuzun daim olmasını diliyorum.” dedi. (İLKHA)
YASAL UYARI: Yayınlanan yazılı haber, fotoğraf ve videonun tüm hakları İlke Haber Ajansı Basın Yayın San. Tic. A.Ş.'ye aittir. Hiçbir surette haber, fotoğraf ve videonun tamamı veya bir kısmı yazılı sözleşme yapılmadan veya abone olmadan kullanılamaz.
Siirt'te 'Gazze Ölüyor, Ayağa Kalk!' çağrısıyla düzenlenen etkinlikte, siyonist rejimin soykırım politikalarına karşı uluslararası kamuoyunun harekete geçmesi gerektiği belirtildi.
Gaziantep KÜSGET sanayi sitesi içerisinde bulunan oto tamircileri, çırak bulamamaktan dert yanıyor.
Ziraat Mühendisleri Odası Batman Şube Başkanı Ebubekir Doğan, bölgede yaşanan kuraklık nedeniyle hububat ürünlerinde ciddi verim kaybı beklendiğini belirtti. Doğan, bu yıl hem ekim hem de yetişme döneminde yeterli yağışın alınamamasının çiftçiyi zor durumda bıraktığını söyledi.