Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) Genel Başkanı Latif Epözdemir, "Kürt halkı kendisi ile iftihar edebilir. Çünkü Kürtler İslam'ı saf ve temiz haliyle savunuyor." dedi.
Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR) 8. Olağan Kongresi'nde genel başkanlığa seçilen Latif Epözdemir, İLKHA'ya önemli açıklamalarda bulundu.
Partilerinde; sosyalistler, demokratlar, vatanseverler, dindarlar ve kendilerine liberal diyen tüm kesimlerden insanların olduğunu belirten HAK-PAR Genel Başkanı Epözdemir, barışçıl ve demokratik bir parti olduklarını, şiddeti bir çözüm yolu olarak görmediklerini söyledi.
Kürt meselesi söz konusu olduğunda kendilerine iktidar ya da muhalif diyen tüm kesimlerin Kürtlere karşı birleşip tek ses olduklarını belirten Epözdemir, bu nedenle Kürtler için bölgesel federasyon istediklerini ifade etti.
İslam'ı bir kültür veya bir töre değil, son din ve inanç olarak kabul ettiklerini belirten Epözdemir, saf ve temiz İslam'ı Kürtlerin savunduğunu, bu nedenle kendileriyle iftihar etmeleri gerektiğini dile getirdi.
HAK-PAR Genel Başkanı Epözdemir ile yapılan röportajın tamamı:
Öncelikle HAKPAR olarak kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? İdeolojik bir çizginiz var mı?
Partimiz, her kesimden insanın içerisinde yer alabildiği bir partidir. İdeolojik ve doktriner değildir. HAK-PAR’ın üyesi, kurucusu veya gönüllüsü olan birinin; dünyevi fikri ve düşünceleri farklı olabilir. Eğer bir parti hem demokratik hem de her kesime kucak açabiliyorsa hayatın her alanından ve renginden birileri o partinin içerisinde kendine yer bulabilecektir. Örneğin, HAK-PAR’da sosyalistler, demokratlar, vatanseverler, dindarlar ve kendilerine liberal dediklerimiz kişiler var. Dindar olan ve İslami kurallara göre yaşayanlardan bazıları genel idare komitesinde bile görevlidirler. Bu şu anlama geliyor; HAK-PAR’ın hiçbir merhale ve aşaması, hiç kimseye kapalı değildir. Tek prensibimiz; kim daha iyi çalışırsa, nereyi hak ederse orada yer almasıdır. Parti üyesi herkes, HAK-PAR’ın başkanı da olabilir, üye olarak da kalabilir, il veya ilçe başkanı da olabilir, komisyonlarda da yer alabilir. Elbette Kürt karşıtı, ırkçı, Türkiye’de ve dünyada Kürt karşıtı sisteme tabi olanlar bizimle beraber değildirler. Onlarla hiçbir şey paylaşamayız. Kürtlük ve Kürdistan davasına zarar verenler, öldürme, kan dökme ve şiddet ile Kürdistanı talan ve yok edenler, büyük bir korku ve baskı ile halka şiddet uygulayanlar ile bizlerin arasında büyük bir mesafe vardır. Onlarla ittifak da kurmayız. Bizler hiçbir şekilde şiddeti kabul etmiyor, şiddeti bir çözüm yolu olarak da görmüyoruz. Bundan dolayı ilk günden beri bütün güç ve kuvvetimizle barışçıl ve demokratik yolu savunuyor, şiddet ve baskı yolunu inkâr ediyor ve buna karşı çıkıyoruz.
Kürt meselesinin çözümünde nasıl bir yol takip edilmeli? Bu konuda çözüm önerileriniz nelerdir?
Federasyon çerçevesinde bu sorunun çözüleceğine inanıyoruz. Federasyon; eşitlik, adalet ve demokratik teamüller çerçevesinde, halkın kendi arasında bir birlik oluşturması anlamına geliyor. Türk yetkilileri ve halkının söylediği gibi federasyon bölünme değildir. Bilakis, kıymetli ve şerefli bir birlikteliktir. Federasyon köle ve kölelik üzerine kurulmuş bir birliktelikten ziyade adalet, eşitlik ve özgürlük üzerine kurulan bir sistemdir. Bizler HAK-PAR olarak Türkiye'de Kürt halkı için federasyon istiyoruz. Federasyonun sadece Kürtlerle kurulamayacağını biliyoruz. Şu anda Türkiye'de 25 milyondan fazla Kürt var ve bunların hepsi de ‘Evet federasyon istiyoruz.’ deseler de yine de federasyonun kurulamayacağını biliyoruz. Bunun oluşabilmesi için Türklerin de ikna olmaları, ellerini vicdanlarının üzerine koyup ‘Bizim için hak olan Kürtler için de haktır’ demeleri gerekiyor. Türkiye şartlarında Kürt meselesini çözmek için federasyon gereklidir. Yani HAK-PAR, Kürtler için bölgesel bir federasyon istiyor. Federasyonu hak etmek için bazı şeylere, zenginliklere, değerlere sahip olmak gerek. Bir halkın federasyon istemesi için üç şart gereklidir. Bunlar; toprak sahibi olması, o toprağa bağlı köklü bir dil ve o dilin kadim, eski ve özel bir tarihe sahip olması. Eğer bu üç şart bir millette bulunursa o milletin dünyanın neresinde olursa olsun federasyon kurma hakları vardır.
Federasyona karşı çıkanlar bunun bölünme ve parçalanma anlamına geleceğini belirtiyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Türkiye'de 32 millet var ve bunların her biri kendisine özgü federal bir bölge isterse ne olur? Böyle bir şeyin olması durumunda Türkiye yıkılıp, parçalanacak mı? Kürtler dışında hiçbir halk, zikredilen bu 3 şarta sahip değil ki federasyon kurma hakları olsun. Elbette o azınlıkların, Arapların, Çerkezlerin ve diğer dini etnik grupların da hakları var. Onların da haklarının verilmesi gerekiyor. Belki onların hakları da ellerinden alınmıştır. Onların da kendi dillerinde okuma, yazma ve hatta birçoğunun demokratik ve bağımsızlık hakları vardır. Bir şeyi hatırlamamız gerek. Birincisi; Türkiye'nin 80 yıldan beridir yürüttüğü siyasetin, artık sorunları çözemediği ortaya çıkmıştır. Türkiye'nin eski siyaseti bugün geçerliliğini yitirmiştir. Gerek iktidar ve gerekse muhalif partiler, tek bir meselede kendi aralarındaki farklılığı kaldırıyor, birleşiyorlar. O mesele de Kürt meselesidir. Mesele Kürt meselesi olduğunda 'Ben iktidarım.' veya 'Ben muhalifim.' demeden Kürtlere karşı bütün yetkililer birleşip, tek bir ses oluyorlar. Bu da şu anlama geliyor; Kürtlere karşı bir sistem, Türkiye siyasetinde yerini almıştır. İkincisi ve en önemlisi de egemen olan Türk siyasetinin varlığını iki şey ile sürdürebilmesidir. Birincisi; Kürtleri inkâr edip onlara karşı düşmanlık beslemek yani Kürtlere karşı çıkmak. İkincisi de Kemalizm’i benimsemektir. Yani her biri, kendisinin diğerinden daha Kemalist ve daha Atatürkçü olduğunu söylüyor. Herkes Kemalizm ağacına yapışmış ve onu bir kurtarıcı olarak görüyor ve siyasetlerini bunun üzerinden yürütüyorlar. Bize göre bu siyaset iflas etmiştir. Bundan dolayı da Türkiye'nin sorunları çözülememiştir. Çünkü bu resmi siyaset ve ideoloji, Kürtleri inkâr etmek, tekçilik ve Türkçülük üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı tek devlet, tek bayrak, tek millet, tek vatan ve tek din diyorlar. Eğer ellerinden gelirse her şeyi tekleştirecekler. Yani bu teklik ve milliyetçilik, Türk zihniyetinde o kadar yer edinmiş ki insan bu zihniyeti 10 yılda bile onların beyninden çıkaramaz, aralarında demokratik ve özgür bir fikir oluşturamaz. Şu anda din kardeşi olduğumuzu söylüyorlar. Fakat bu dil; kardeşlik ve dostluk dili değildir. Türk siyaseti ve zihniyetinin değişmesi gerekiyor. Türk siyaseti; kendini teklik, Türklük ve milliyetçilik hattından kurtarmalıdır. Türkiye; çok sesli ve renkli, birçok kültür ve dinlerden, halklardan ve azınlıklardan oluşmuş bir ülkedir. Böyle çok renkli bir ülkede, sistemin yürümesi için rejimin bu hakikat üzerine kendisine bir siyaset çizgisi çizmesi gerekir. 80-85 yıl önce teklik üzerine bir siyaset kuruldu ve diğerlerinin hepsi reddedildi. Bu siyaset halen Türk yetkilileri tarafından makbul kabul edilmektedir. Bizler bunu kabul etmiyoruz. Bu siyasetin değişmesi gerekiyor.
Malumunuz Kürt halkı Müslüman? Partiniz İslam'ı sadece "Kürt kültüründen bir parça" olarak mı görüyor?
Biz Kürtlerin dünyada 50 milyondan fazla nüfusu var ve bunun 45 milyondan fazlası da Müslümandır. Bu hakikati inkâr edemeyiz. Biz öyle bir partiyiz ki 50 milyon insanın özgürlüğü için mücadele ediyoruz ve onlardan da 45 milyonu Müslümandır. Yani kısacası bu meselede bizim ve Müslümanların yolu birleşiyor. İkincisi ise biz İslamiyet’i bir kültür veya bir töre değil, son din ve inanç olarak kabul ediyoruz. Aynı şekilde Kürt halkı kendisi ile iftihar edebilir. Çünkü saf ve temiz İslamiyet’i savunan halk, Kürtlerdir. Araplar, Persler ve Türkler ise kendilerine Müslüman dediği halde Kürtlerin topraklarını kendi aralarında bölüşüp onlara zulmediyorlar. Onlar öncelikle Türk’türler, Arap’tırlar, Fars'tırlar sonra Müslüman'dırlar. Dünyada öncelikleri İslam olan tek halk Kürtlerdir. Kürtler arasında 'Bizler Müslümanız, kardeşiz, birbirimize zarar vermeyelim' düşüncesi vardır ve birçok ayaklanmada din, öyle bir faktör olmuştur ki insanları şiddetten uzak tutmuş ve çoğu zaman milletin faydasına da olmuştur. Bizler HAK-PAR olarak inançlar arasına bir fark koymuyoruz. Birçoğumuz Müslümanız, aynı şekilde Ezidi arkadaşlarımız da olabilir. Bir Ermeni de gelip 'Ben de HAK-PAR taraftarıyım ve federasyon istiyorum.' diyebilir, Türk ve Türkmen de partimizde kendisine yer bulabilir. Eğer bir Alevi, Yahudi veya Hıristiyan parti programımızı kabul eder, bize katılmak isterse bir şey demeyiz. Fakat ister Müslüman ister solcu isterse de sağcı olsun hiç kimsenin kendi düşüncesini partimizde hâkim kılmasına izin vermeyiz. Herkesin partide kendini ifade hakkı vardır. Fakat hiç kimsenin partiyi kendi düşüncesinin etkisi altına almaya hakkı yoktur. Bizim sistemimiz böyledir.
Geçtiğimiz günlerde bir partinin, Şeyh Said Efendi ve Seyyid Rıza'ya yönelik halkın tepkisini çeken girişimleri oldu. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ümid ediyorum ki Allah-u Teâla, Seyit Rıza ve Şeyh Said’in ahını bunların yanına bırakmayacaktır. Seyit Rıza ve Şeyh Said'in her ikisi de bu memleketin değerlerindendir. İkisi de zorlu fakat izzetli bir yaşam sürmüşlerdir. Seyit Rıza ve Şeyh Sait Efendi'ye yapılan zulümleri hiçbir vicdan kabul etmez, edemez. Arap, Türk, Portekizli, Avrupalı, Almanyalı, Amerikalı kısacası hiç kimse bunu kabul edemez. Bir insana yapılabilecek en kötü şey, onun gözleri önünde, en sevdiği şahıslara acı çektirmektir. Bu Kürt liderlerin devletten istedikleri en son şey; çocuklarının kendi gözleri önünde asılmamasıdır. Seyyid Rıza kendisini idam edecek olanlara ‘Oğlumu benden önce asmayın, ta ki onun asılmasını görmeyeyim.’ demiş ve isteğinin kabul edileceği konusunda kendisine söz verilmiştir. Fakat yetkililer sözlerinde durmamışlar, oğlunu onun gözleri önünde asmışlardır. Şeyh Said ve Seyit Rıza’dan rahatsız olanlar, Kürt karşıtı sisteme öncülük yapıyorlar ve anti Kürt nizamda 'derin devlet' görevlerini yerine getiriyorlar. Ben bunları kınıyorum. Bunu isteyen biri, bu halkı ve memleketin değerlerini inkâr ediyor. Ne devlet ne millet ne de demokratik güçlerin hiçbiri bunu kabul etmemelidir. Bir kişide vicdan, adalet, merhamet yoksa onun insanlık yapmasını bekleyemezsin. Valiliğe Seyit Rıza'nın heykelini kaldırma talebinde bulunmak ya da Şeyh Sait Efendi'nin isminin meydan, sokak ve caddelerden kaldırılmasını istemek ırkçılıktır ve bunlar Kürt karşıtıdırlar. Bu çok büyük bir tehlikedir, bunlara izin vermemeliyiz.
Birileri, Kürt meselesinin çözümünde, "Devrimci halk savaşından başka yol yok" diyor? Gerçekten başka yol yok mu?
Dünyada, silahlı savaş yürüten parti ve grupların hepsinin bir programı var. Onlar, devlet ve imparatorluklara karşı bağımsız bir devlet kurmak istediklerini söylemişler, o devletler ve imparatorluklarda bunu kabul etmeyince, aralarında çözüm konusunda hiçbir demokratik yol kalmamış. Bunlar da mecbur kalmışlar ve silahlı savaşa başlamışlar. Bu süreçte dünyanın hiçbir yerinde silahlı savaş ile devlet kurulamaz. Silah yoluyla kurulmuş Guatemala, Angola ve Gine-Bissau gibi 3-4 devlet vardır. Bunlarda özel örneklerdir. Yeryüzündeki diğer bütün ülkeler, her iki dünya savaşından sonra barışçıl yollarla kurulmuştur. Yani bunda silahların bir rolü yoktur. Suriye ve Irak gibi devletler de dünya savaşından sonra kurulmuştur. Fakat bunları kurmak için tek bir kurşun bile sıkılmadı. Aynı şekilde Suriye, Lübnan ve diğer Ortadoğu ülkeleri veya Akdeniz ülkeleri olan Fas ve Tunus gibi ülkelerde de özgürlük için silah kullanılmadı. Belki sadece Cezayir'de silahlı bir savaş oldu. Devrimci halk savaşından bahsedenlere bu halk büyük bir kredi verdi ama bu kredinin kıymetini bilemediler. Kürt halkı onlara ‘Siz 20 milletvekili istiyorsunuz, alın size 80 milletvekili’ dedi. ‘Bağımsızlık ve özerklik istiyorsunuz, alın size Türkiye Kürdistanı Bölgesi, Kürtlerin yaşadığı bölgenin 110 belediyesi sizin olsun.’ dedi. Bu 110 belediyeden 3-4 tanesi büyükşehir belediyesiydi. Bunlar, Kürt halkının kendilerine verdiği bu krediyi ayaklar altına aldı. Yani Kürt halkının milli iradesine karşı büyük bir saygısızlık ettiler.
PKK'nin silahtan vazgeçmediği, HDP'nin de bu süreci desteklediği görülüyor. Kürt halkı açısından gidişatı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Kürtleri için silahlı savaş gerekiyor mu? Neden savaşıyorsun? Bağımsız bir Kürdistan istemediğini söylüyorsun. Aynı şekilde federasyonu, Kürdistan bayrağını, Güney Kürdistan Devleti'ni de inkâr ediyorsun. Allah-u Teâla’nın yeryüzünde Kürt halkına verdiği bütün hakları inkâr ediyorsun. Dünyada hiçbir örneği olmayan demokratik özerkliği istediğini söylüyorsun. Dünyada böyle bir rejim yok. Dünyada demokratik özerklikle ilgili bir şey duydunuz mu? Çukur ve hendek olaylarında bu şahıslar özyönetimden bahsettiler. Öz yönetimin ekonomik bir şey olduğunu biliyor muydunuz? Tarihte sadece bir yerde denenmiştir. Sadece sosyalist Yugoslavya zamanında denendi. Sosyalist Yugoslavya klan devletinden bir grup çıktı ve ‘Tito, sen bu ülkenin ekonomisini sosyalizm ile yönetemezsin. Sen kenarda dur, özyönetim biziz, bu ülkenin ekonomisini bizler düzelteceğiz, ülkeyi tekrar sana teslim edeceğiz.’ dediler. Buna da özyönetim adını koydular. Bunlar ise öz yönetim adı altında silaha başvurdu. Bu savaş Kürtlerin menfaati için değildir. Bu vekâlet savaşıdır. Yani bazılarından vekâlet alınmış ve bu savaşı onlar adına yürütüyorlar. Kürt halkının menfaati için değil. Kürt halkı savaş istemiyor. Türkiye'de gönlümüzce bir demokrasi yok ise de demokratik ve barışçıl bir şekilde çalışabiliriz. Bizler bunu inkâr edemeyiz. Örneğin 12 Eylül'de böyle bir röportaj vermemiz mümkün değildi. Fakat şu anda o şahısların kendisi çıkıp mecliste, kürsülerde Kürdistan ve Kürt halkı diyebiliyorlar. Gönlümüzce olmasa da yine de demokratik bir yol var. Milyonda bir bu imkânlardan biri elimizde varsa silahlı savaşa başvurmamalıyız. Çünkü silah yıkım ve yok etmektir.
HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önündeki annelerin "evlat nöbeti"ni nasıl değerlendiriyorsunuz?
Küçük çocukların dağlara çıkarılması bugünün veya sadece son bir yılın meselesi değildir. 40 yıldır bu durum devam ediyor. Size daha dikkat çekici bir şey söylemek istiyorum. Orada 100 anne varsa ve her annenin bir çocuğu dağa gitmişse toplamda 100 çocuk yapar. Fakat 40 yıldan beridir yaşları 18 yaşından küçük olan 22 bin Kürt evladı bu pis savaşta öldürüldü. Şu anda ayağa kalkmış olan vicdan, 40 yıldan bu yana neredeydi? Bu vicdan 40 yıldır neden yoktu? Eğer o zaman bu vicdan, halk arasında oluşsaydı belki de 50 bin insan ölmeyecekti. Gariban bir Türk genci, askerlik için gelmiş ve gidip Kürdistan dağlarında öldürülüyor. Kürt bir genç, okula gideceğine silahlı savaşa gidiyor ve bir askeri öldürüyor. Bu vicdansızlıktır. Ama 13-14 yaşındaki evladı için ağlayan annenin gözyaşlarını da kimse kendi güncel siyasetine alet etmemelidir. Bu yanlış bir şeydir. Evet, onun kendi evladını istemesi haktır, devletin görevi de onları bu acıdan kurtarmaktır. Onların orada oturması çözüm yeri midir? Hayır. HDP ellini, kolunu sallayarak dağa gidip onların çocuklarını mı getirecek? Hayır. Bu devlet, 80 yıldan beridir ayakları üzerindedir. İstihbaratı vardır, güvenlik ve askeri güçleri vardır, MİT’i vardır. Devlet kimin nerede, ne yaptığını ve yaptığı şeyin sebebinin ne olduğunu bilmiyor mu? Birazda devletin valiliğinin önünde oturun. Oradan da yardım isteyin. Bu eyleminizin siyasete alet olmasına izin vermeyin. İnsanın kendi evladını sorması doğal bir haktır. Anaların gönlündeki acılarının giderilmesi, gözyaşlarının dindirilmesi, bu savaşın durması gerek. Bu iki gücün Kürt halkının boğazını bırakmaları gerek, ikisi de Kürt halkına zarar veriyor. Bunlardan biri Kürt halkını inkâr ediyor ve kendi haklarına ve özgürlüklerine kavuşmasını engelliyor. Diğeri de aynı yolu takip ediyor. Hiçbiri Kürt halkı ve Kürdistan halkının çıkarlarına göre hareket etmiyor. Bundan dolayı her iki tarafın da güttüğü siyaset yanlıştır.
Devlet ve STK'lar bu konuda üzerlerine düşen görevi yerine getirmiyor mu?
40 yıl boyunca 20 bin Kürt evladı öldürüldü. Sivil vicdanlar, STK’lar, partiler, aydınlar, müzisyenler, bilgeler, yetkililer, araştırmacılar, Mustafa Kemal’in kurup iftihar ettiği Çocuk Esirgeme Kurumu, demokrat, komünist, sosyalistler veya diğer partiler neredeydiler? Şu ana kadar neden meydanlara inmediler? Neden silahlı güce karşı durmadılar ve onlara ‘Senin bu çocukları dağlara götürmeye hakkın yoktur.’ demediler. Evet, o kadınların kendi evlatlarını isteme hakları vardır. Fakat devletin en önemli görevi, onların çocuklarını getirip onlara teslim etmektir. Annelerin bunu çok iyi bilmeleri gerekiyor. Devlet isterse bunu yapabilir. Fakat hesaplarına gelmiyor. Çünkü bu eylem ya da silahlı mücadele, en çok emperyalist güçlerin ve Kürtleri işgal eden devletlerin işine geliyor yani onların faydasınadır. Hiç kimse bunu inkâr edemez.
Aralarında küçük yaşta kızların da olduğu Kürt gençlerinin Suriye'ye götürülerek savaştırılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Silahlı savaş, Kürtlerin topraklarını kendi aralarında bölüşen dört devletin faydasınadır. Bir Kürt evladı neden gidip Rakka'da öldürülsün. Eğer Rakka işgal edilmiş ise Rakkalılar, Arap gençleri gidip orayı savunsunlar. Onlar gelip burada keyiflerine bakıyorlar, dolarlar içinde yüzüyorlar fakat Kürt evladı gidip orada onları savunmak için Rakka petrolü için canını feda ediyor. Hiçbirimizin vicdanı bunu kabul etmiyor, etmemeli.
PKK'nin hakimiyetini ilan ettiği yerlerde birçok Kürd partisinin bürosu kapatıldı, üyeleri tutuklandı. Bölgede tek seslilik oluşturuldu. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Bizler, dünyanın neresinde olursa olsun tek taraflı bir iktidarı kabul etmiyoruz. Eğer bir toplumda çeşitlilik varsa her rengin kendi kaderini tayin etmek için kendisine ait bir temsilcisinin olması gerekir. Bu projenin arkasında yüksek ve gizli bir akıl var. Öyle bir akıl ki, siyasetini başkaları ile yürütüyor; kendisi, askerleri, kuruluş ve örgütleri ile yürütmüyor. Rojava, PYD ve ENKS meselesinde yorum yapmak bile bir utançtır. Rojava'da devam eden mevcut hâkimiyeti kabul edemeyiz. Demokratlar ve vatanseverler, Duhok ve Erbil'de Başkan Barzani aracılığıyla kendi aralarında imzaladıkları mutabakata göre hareket ederek Rojava'nın işlerini yürütmelidirler. Daha da önemlisi ise orada Kürtler özerklik, kanton veya kuzeydoğu yönetimini istemiyor, kendi kültürel ve milli haklarını istiyorlar. Suriye Kürtleri için şu andaki durumda en iyi gözüken sistem federal sistemdir. Yani orada Kürtler için federal bir sistemi savunmayan, bunun için çalışmayan, 'Ben orada Kürtlerin menfaati için çalışıyorum.' demesin. Çünkü başka hiçbir formül Kürtleri tatmin etmiyor.
Irak Kürdistanı'ndaki bağımsızlık referandumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt halkının kendi kaderini kendi elleriyle tayin etme hakkının olduğunu savunduk. Bütün dünyanın Güney Kürdistan referandumunun neticesine saygılı olması gerekiyor. Hiçbir zaman 'Barzani, bunu yap, bunu yapma. Ey Kürdistan Bölgesel Yönetimi, bu doğrudur veya yanlıştır.' demedik. Böyle bir hakkımız da yoktur. Kürdistan'ın diğer parçalarındaki kardeşlerimizin işlerine karışmak da haddimiz değildir. Elbette Kürdistan bir devlettir, fakat Kürdistan'ın her bir parçasında, oradaki halk kendi mücadele sahasını oluşturmuşlardır. Onlar da kendi şartlarına göre savaşıyorlar veya çalışıyorlar. Fakat Türkiye Kürtleri için bir şey söylemeye hakkımız vardır. Benim Türkiye Kürtlerine, demokratik güçlere, Kürdistan'da yaşayan bütün halklara mesajım şudur; mademki memleketimiz birdir o zaman hak ve menfaatlerimiz de aynı olmalıdır. Davamız da güzel ve istikrarlı bir vatanı özgürleştirmek olmalıdır. Bu özgürleştirilen ülkede mutlu ve sağlıklı bir şekilde yaşamamız olmalıdır. Böyle bir sistem oluşturulmalıdır.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Fikirlerimiz birbirinden farklı ve ayrı olabilir. Bazılarımız komünist, şeriatçı, liberal, devrimci veya başka bir şey olabilirler. Fakat HAK-PAR olarak bizim ortak bir noktamız var. Kimin fikri ne olursa olsun herkes ona bağlıdır. Parti programımızda belirtildiği üzere, Türkiye şartlarında Kürtler için adalet ve barış üzerine tesis edilmiş bir federasyon istiyoruz. Şerefli bir eşitlik ve beraberlik; insanın başını dik tutacağı bir sistem istiyoruz. Bu da Kürtlerin çalışmasıyla değil aynı şekilde Türklerin de buna pozitif yaklaşmaları gerekiyor. Bütün Kürtlere sesleniyorum. Hepiniz böyle milli ve demokratik bir çerçeve etrafında toplanın. Başka bir yolumuz yok. Sağlam bir zemin üzerinde iş birliği kabulümüzdür. Bunun şartları ise milli, demokratik ve Kürdistani bir programdır. Kim böyle bir şey istiyorsa buyursun gelsin, beraber çalışalım. Diğerleri kolaydır, bir şekilde sistem bulabiliriz. Önemli olan o milli ve demokratik program etrafında toplanmamızdır." (Ramazan Zeren-İLKHA)
YASAL UYARI: Yayınlanan yazılı haber, fotoğraf ve videonun tüm hakları İlke Haber Ajansı Basın Yayın San. Tic. A.Ş.'ye aittir. Hiçbir surette haber, fotoğraf ve videonun tamamı veya bir kısmı yazılı sözleşme yapılmadan veya abone olmadan kullanılamaz.
Milli piyango ve şans oyunlarıyla ilgili açıklamada bulunan Molla Sinan Ünel, başına “milli” getirilmesinin haram kazanç olan piyango biletini meşrulaştırmadığını vurgulayarak, milli piyango biletlerinin kumarın bir çeşidi olduğunu ifade etti.
Ortadoğu uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Ali Öncer, Batı'nın yüzyıllardır sürdürdüğü sömürge politikalarının sonuçlarını ve Suriye'de yaşanan son gelişmelerin bölgeye etkilerini değerlendirdi.
Narin Güran davasının ikinci duruşması için Diyarbakır Adliyesi önüne gelen adalet arayan Rojin Kabaiş'in babası Nizamettin Kabaiş, Rojin'nin kesinlikle intihar etmediğini söyleyerek devletten adalet talep etti.
Aileyi korumanın önemine değinen Bursa İl Müftülüğü Vaizi Bekir Şahin, özellikle günümüzde hızla yayılan cinsiyetsizlik ve diğer sapkın akımların aile yapısını tehdit ettiğini söyledi.