Bahattin Temel: Şehit Selahaddin, zamanını asla boşa harcamaz, topluma yol gösterirdi

Hizbullah Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Şehit Sülhaddin (Selahaddin) Ürük'ün İslami dava için verdiği mücadele ve fedakarlığı anlatan şehidin dava arkadaşlarından Bahattin Temel, şehidin toplumu ihya etmek için gecesini gündüzüne kattığını vurguladı.
Hizbullah Cemaati'nin önde gelen isimlerinden Sülhaddin (Selahaddin) Ürük'ün şehadetinin üzerinden 24 yıl geçti.
Adana Tekir Yaylası'nda kaldığı eve 5 Eylül 2001 yılında yapılan baskın sonucu katledilen Şehid Selahaddin Ürük hakkında İLKHA'ya konuşan şehidin dava arkadaşlarından Bahattin Temel, onun güzel ahlakı, İslami dava endişesi ve şehadetine kadar sürdürdüğü mücadele ruhuyla beraber şehitle tanışma süreci ve üzerinde bıraktığı etkilerden söz etti.
Sözlerinin başında Şehid Selahaddin'i ve İslam davası uğruna şehit olanları rahmetle anan Bahattin Temel, onu anlatmakta sözlerinin yetersiz kalacağını söyledi.
"Şehid Selahaddin abi davamızın aziz bir şehididir." ifadeleriyle konuşmasını sürdüren Temel, Hasan-ı Basri'nin, "'And olsun eğer bugün sahabeler sağ olsalardı onlar size sizler için 'bunlar dünya ehlidir', Allah muhafaza 'bunlar İslam'dan uzaklaşmış insanlardır' yani dünya insanlarıdır derlerdi. Fakat siz onları görmüş olsaydınız 'bunlar bu dünyanın ehli değil, cennet ehlidirler diyecektiniz." sözlerine atıfta bulundu.
Tıpkı bunun gibi 90'lı yıllarda İslam davasını omuzlayanları hatırlatan Temel, "Diyorlar ki 'hocam, niye biz 90'lı yılların havasını yaşamıyor, neden 90'lı yıllarda bulunan o kardeşler gibi olamıyoruz.' İşte fark bu." dedi.
Şehitle tanışması
Şehit Selahaddin ile tanışma anlarına anlatan Temel, şöyle devam etti:
"Şehid Selahaddin abiyle ilk tanışmamız bizim evde oldu. 1986 yılında Mardin'in Derik ilçesinin Buğur köyünde bir akşam namazı vaktinde, işten eve geldim. O zamanlar ilk çocuğum henüz 3 günlüktü. Annem, 2 misafirimin geldiğini söyledi. Akşam namazı vakti olduğu için misafirlerin camiye gittiğini anladım. Namaz vakti olduğu için ben de camiye gittim, iki yabancıyı görünce anladım ki bunlar benim misafirimdirler. Şehid Selahaddin abi, namazdan sonra mütebessim bir sima ile bana yöneldi. Yanındaki Allah rahmet etsin Mazıdağlı Halil abiye diyor ki 'sanırım arkadaşımız budur.' yani Simaen birbirimizi tanıdık. İki yabancı olduğu için biliyordum ki onlar benim misafirimdir ama şehid Selahaddin abi feraseti ile simamdan beni tanıdığını ve benim onların ev sahibi olduğumu söyledi. Beni bulmak için birçok gayret sarf etmiş. Sonunda Allah nasip etmiş, bir şekilde ismimi duymuş birkaç teşebbüsten sonra köyüme gelip beni ziyarete gelmişler.
Yemekten sonra evde oturduk ve sabah namazına kadar konuştuk. Ne onlar ne de ben yatabildim. Çünkü daha önce yani 79'dan beri İslam'ı tanımıştık. Şuurlu bir İslami görüşe sahiptik. Bazı İslami dergilere aboneydik. Onları okurduk. Ayrıca Hasan el Benna, Seyyid Kutub, Üstad Bediüzzaman gibi o dönemin İslam önderlerini tanıyor ve sıkı bir şekilde takip ediyorduk. Fakat maalesef çevremde kalkıp oturabileceğim İslami görüşe sahip şuurlu bir Müslüman bulamıyorduk. Evet; toplum Müslüman, köyümüz Müslüman, ailem dindar fakat İslami bir şuur azdı. Taklidi bir iman vardı. Büyüklerimizden duyduğumuz İslam'ı yaşıyorduk."
"Şehit Selahaddin'le tanıştığım gün benim doğum günümdür"
Şehitle tanıştığı o günde hissettiği duyguları paylaşan Temel, "Selahaddin abi ile tanıştığımız o gece, o güne kadar arayıp bulmaya çalıştığımız hedefe ulaştık. Çünkü Selahaddin abi gibileri bazı kardeşlerle omuz omuza vermiş, gayretle o dönemin zındıka cereyanına karşı yoğun bir şekilde çalışma içerisindeyken ben tek başıma köyde camide ders vermek gibi kendimce bir şeyler yapıyordum. Fakat o 5-6 yıllık İslami geçmişime rağmen şehid Selahaddin ve Halil abiyle tanıştığımız o gece kadar mutlu olduğum bir gece yoktur. Bazen arkadaşlar yaşımı sorarlar, işin latifesi bir yana derim ki benim oğlum Mücahit benden 3 gün büyüktür. Çünkü Selahaddin ve Halil ağabeyle tanıştığım gün benim doğum günümdür. Şuurlu bir İslam'a sahip olmama rağmen; Allah rızası için nasıl bir gayret ve çalışma... Ne yapacağımı bilmediğim bir ortamdaydım." ifadelerine yer verdi.
"Onların gelişi benim gönlümde ve zihnimde bir nur, bir güneş gibi doğdu"
Temel, "Onların gelişi benim gönlümde ve zihnimde bir nur, bir güneş gibi doğdu. İşte o gün bugündür elhamdülillah onun dokunuşu ve yardımıyla İslami davanın neferleri olarak nasıl çalışılması gerektiğini anlamış oldum. Çünkü İslam davası Allah Resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinden bize miras kalmıştır. Biz, Allah Resulü'nün sünnetine bakarak çalışırız. Allah Resulü hayatı boyunca hiçbir zaman daveti ve cihadı terk etmedi. İşte şehid Selahaddin abinin dokunuşu benim için böyle bir şey oldu. Kendime geldim, kendimi toparladım ve o gün sabaha kadar onunla olan konuşmalarımız aynı noktalarda buluştuğumuzu gösterdi. Bazı dergilerin yazılarını, katılmadığım, uç nokta olarak gördüğüm bazı şeylerin altını çizmiştim. Bu gece onu onlara gösterdim ve bu yazılanların kabul edilebilir bir şey olmadığını söyledim. O da tasdik ediyor, seviniyor ve sonuna kadar beni sabırla dinliyordu. En sonunda beraber çalışmak nasip oldu. Ertesi gün sabah köyden ayrılmadan önce Selahaddin abi bana bundan sonraki hayatında programımı ve ne düşündüğümü sordu. Ben de babamın rahmet ettiğini, bakmak durumunda olduğum benden küçük kardeşlerimin olduğunu, köydeki mevcut imkanlarımın geçimimize yeterli olmadığını söyleyip Derik ilçesine taşınmayı düşündüğümü söyledim." diye belirtti.
"Onun yol göstermesiyle toplum içerisinde güzel gençler yetiştirilmeye başlandı"
1990'lı yıllarda İslami çalışmaların merkezi durumunda olan kitapevleriyle ilgili çalışmalardan söz eden Temel, "Lise yıllarından beri kitaplarla, okumayla alakam vardı. İlçede bazı mesleki hoca ve imamlarla görüştüğümü, tanıştığımı ve onlarla diyalog geliştirdiğimi belirtip köydeki ekinleri kaldırdıktan sonra Allah'ın izniyle Derik ilçesinde kitabevi açacağımı söyledim. Selahaddin abi de bu fikrime sevindi, kendilerini de bana öyle bir şey teklif edeceklerini söyledi. Kendisinin de Mazıdağı'nda Talebe Kitabevi adında bir kitap evini kardeşi Osman ile birlikte işlettiğini söyledi. Kardeşi Osman, şehid Selahaddin abi cezaevindeyken onun görüşünden dönerken trafik kazasında vefat etmişti. Allah onu da şehidlerin safında kabul etsin, ona merhamet etsin. Bu vesile ile onu da rahmetle yad etmiş olalım." dedi.
O dönemin kitap evlerini ilçenin ya da bölgenin, şuurlu bir İslami görüşe sahip olan insanların toplandıkları, bir araya geldikleri yer olarak tanımlayan Temel, o günkü kitapevlerinin bugünkü STK'ların işlevini gördüğünü belirtti. Temel, o dönemde sivil toplum kuruluşlarının açılışının problemli olduğunu, dernek gibi lokallerin açılabilmesi için ciddi prosedürler gerektirdiğini vurguladı.
"Selahaddin abinin yol göstermesiyle Derik gibi sert bir toplumun içerisinde gonca güller açtı"
Temel, "O dönem kitap evlerindeki faaliyetler fena değildi. Elhamdülillah semereleri de alınıyordu. Her il ya da ilçede bir kitap evi bir kimlikti. Yani şuurlu bir İslam'ın merkezi hükmündeydi. Meğer şehid Selahaddin abinin de hedefi buymuş. Kendisi Mazıdağı'nda bir kitabevi açmıştı ve Derik'te de bir kitap evi açma düşüncesi varmış. Neticede benim Derik'te kitabevi açma fikrim onu ziyadesiyle sevindirdi. Sonra bana maddi ve manevi her konuda yardımcı oldu. Kitabevini açtık, kendimize göre bir çalışmanın içerisine girdik. Toplumun ve gençlerin üzerinde çalışmalar yapmaya gayret gösterdik. Kitabevi, Selahaddin abinin yol göstermesiyle Derik gibi sert bir toplumun içerisinde gonca güller gibi güzel gençler yetiştirmeye vesile oldu." ifadelerini kullandı.
"Tembellik, hantallık, zamanını boşa harcamak asla onun defterinde yoktu"
Şehidin şahsiyetinden de bahseden Temel, kendisinin çok salih bir insan olduğunu, davasından başka bir derdi olmadığını vurgulayarak, "Onu gördüğünüzde 'bu insan dünya ehli değil' derdiniz. Kendisinden o kadar emin ve ümit doluydu ki gittiği kurak bir yer onun dokunuşuyla hemen yeşerirdi. Bir şehirde ya da mıntıkada insanlar cıvıl cıvıl çalışıyorsa, kesin işi başından aşkınsa anlaşılırdı ki orada muhakkak Selahaddin abinin bir dokunuşu vardır. Tembellik, hantallık, zamanını boşa harcamak asla onun defterinde yoktu." şeklinde konuştu.
Şehitle tanıştığında, onun 25-26, kendisinin ise 3-4 yaş daha küçük olduğunu aktaran Bahattin Temel, genç yaşına rağmen onun İslami davaya bilinç ve heyecanla dört elle sarıldığını vurguladı.
"Toplumun kurtuluşunun kesinlikle bu dava olduğuna inanıyordu"
Temel, "Ehli sünnet ve'l cemaatin vasat çizgisine mensup bu hak davanın, neşv-ü nema bulmasının gerekliliğine ve toplumun kurtuluşunun kesinlikle bu dava olduğuna inanıyordu. Çünkü o dönem ceberruti bir rejim, zındıka bir cereyan vardı. Buna karşı muhkem durabilen, azimle çalışan ve toplumun tüm dinamiklerine el atan bir davaya ihtiyaç vardı. Üstad Bediüzzaman'ın dediği gibi bu toplumun imanının kurtarılması gerekiyordu. Allah Celle Celalühü bu azimli gençleri hizmete amade kıldı ve bunlar yoğun bir şekilde bu çalışmaya gönül bağladı." diye konuştu.
"İnsanların komünizm batağına düşmemesi, dindar bir neslin yetişmesi için gece gündüz çalışıyordu"
Şehidin dünya ehli olmadığını, dünya malına tamah etmediğini ve bunu yaşantısındaki fedakarlıklarla ispatladığını söyleyen Temel, "Şehid Selahaddin abiyle tanıştığımız dönemde fosfat işletmesinde muhasebe şefiydi. İktisat Fakültesi'ni bitirmişti. Onun döneminde muhasebe şefi pozisyonu Mazıdağı ve çevrede saygın bir makamdı. Fakat o hiç memuriyeti takmıyordu. Asıl işin hizmet ve dava işi olduğunu, insanların İslam'a uyandırılması gerektiğini düşünüyordu. İnsanların komünizmin batağına düşmemesi, gençlerin seküler bir ahlakla yetişmemesi, dindar bir neslin yetişmesi için gece gündüz çalışıyordu. Bulunduğu Mazıdağı ortamında Muhasebe Şefi olmasına rağmen ortaokul hatta ilkokul gençleriyle o ilgileniyor, işlettiği kitap evine gelen öğrencilere kitap veriyordu." dedi.
Geleceğe yönelik beslediği umutla ilgili şehidin, babasıyla aralarında geçen diyaloğu aktaran Temel, şunları söyledi:
"Bir gün evinde bu gençlere İslam Peygamberini anlatan bir dersi işlerken rahmetli babası Muhammed amca Selahaddin abiye diyor ki 'bakıyorum ki sen böyle hep küçük gençlerle, çocuklarla ilgileniyorsun. Bunlar senin evine geliyor, sen onlara hizmet ediyorsun. Şehirde emsalin olan filan saygın insanlarla oturup kalksan daha layık değil mi?' Şehid Selahaddin abi de babasına diyor ki 'İnşallah yarın öbür gün senin saygın dediğin insanların yerini bu gençler tutar ve bu gençler İslami bir ahlakla, İslami bir güzellikle yetişmiş olurlar.' Dolayısıyla şehid Selahaddin abi bu ortamı oluşturmak için uğraşıyor, tüm kardeşlerini de harekete geçiriyordu."
"Onda bir davetçi kimliği vardı"
Şehidin eğitim ve kültür seviyesi alanındaki yönlerine de dikkat çeken Temel, "Onun o güzel ahlaklı, kendinden emin ve bilgili bir insandı. Kendini yetiştirmiş, her konudan haberdardı. Okumayı çok sever, yeni çıkan bir dergiyi ya da kitabı mutlaka okur, onlardan örneklemeler yapardı. Şehid Selahaddin abi çalışkandı. O çalışkanlık, eğitim, kültür, gençlerle alakadar olması, büyüklere büyük, küçüklere küçük... Yani o yaştaki bir genç için o şuur çok fazlaydı. Onda bir davetçi kimliği vardı. Onda bir davetçinin ahlakını görürdünüz. Bir dava adamı denildiği zaman şehid Selahaddin abiyi gösterilirdi. Gerçekten dava adamıydı ve kendi davasının adamıydı. Müthiş bir karizmaydı." ifadelerine yer verdi.
Merhum Ürük'ün ikna yönünden üstün bir kabiliyete sahip olduğunun altını çizen Temel, "Onunla ilgili şu kanaate vardım ki şehid Selahaddin abi birine gitse, davayı anlatsa o kişi ne kadar muannit olursa olsun mutlaka Selahaddin abiyi ve davasını severdi. Eğer böyle bir şey olmazsa kesinlikle o adam da bir anormallik var derdim. Selahaddin abiyi seven ve onunla birlikte bu aziz davanın saflarında çalışan kardeşler, ondan uzak kaldığında her zaman onun hasretini çeker, başka biriyle çalışmada zorlanırdı. Biz buna şahittik. Çünkü onun üslubu, terbiye ve adap üslubuydu. Kızdığında yerinde kızıyordu, sevdiğinde de müthiş bir sevgi gösteriyordu. Sürekli dudakları mütebessimdi. Bir münkeratla karşılaştığında mutlaka kaşlarını çatar, heybetli bir aslana dönüşürdü. Yani 'müminlere karşı merhametli, kafirlere karşı şiddetli' vasfını şehid Selahaddin abide rahat bir şekilde görebiliyorduk." şeklinde konuştu.
"Onun dünyaya meyil ettiğine asla şahit olmadım"
Şehidin aile ilişkilerinden de söz eden Temel, "Şehid Selahaddin abi aile ilişkilerinde kardeşlerini, anne ve babasını aşırı seviyordu. Çocuklarına aşırı sevgi ve düşkünlüğü vardı. Fakat bu sevgi ve düşkünlük asla davasının önünde bir set olmadı. Ben onun dünyaya meyil ettiğine asla şahit olmadım. Hatta fosfat işletmesindeki muhasebe şefliğinin dava çalışmalarına engel olduğunu gördüğü an istifasını verdi, işten uzaklaştı. Dolayısıyla şehid Selahaddin abi o dönemin şartlarında varlıklı bir insandı. Daha sonra o da diğer maddi imkânı kıt insanlar gibi oluverdi. Eğer kendisi dünyayı meyletmiş, o dönem siyasetle ilgilenmiş olsaydı inanıyorum ki belki o alanda popüler bir lider olurdu ama o asla dünyaya ve içindekilerine teveccüh etmedi. Tamamen 'Allah'a nasıl varacağım' heyecanı içerisinde oldu." dedi.
"Cesareti, cömertliği, okuması, gayreti, kendine olan eminliğiyle bir örnekti"
Şehidin şehadeti ve yaşanan gelişmeleri özetle aktaran Temel, şu ifadelere yer verdi:
"Henüz 90'ların başıydı. O dönem Diyarbakır'da bir eve giderken meğer polisler o eve operasyon yapmış sonra onu da yakalamışlar. Büyük ihtimal İslami kimliğinden dolayı yakalanmıştı. Yakalandıktan sonra sorguya alınıyor ve işkence ediliyor. Çok ağır işkence ediyorlar. Çünkü o dönemde işkence polislerin kimliğiydi. Yani hem ferdi hem de sistematik işkenceler vardı. Yoğun bir işkence döneminden sonra cezaevine konuldu. Cezaevinde bir iki yıl gibi kaldı. Diyarbakır meşhur E Tipinde kaldı. Sonra serbest bırakıldı. Serbest bırakıldıktan sonra sürekli takibat olduğu için artık kendisini de muhafaza ediyordu. Yani polisin baskısından, yeniden yakalanmaması için yoğun bir çaba gösteriyordu. Onun şunu söylediğine şahit oldum, 'asla bir daha bu zalimlerin eline düşmemem lazım.' diyordu. 'Çünkü bu zalimler o kadar vahşi işkenceler ediyorlar ki insanlıktan nasibini almamış insanlar bunlar' diyordu.
O, 90'lı yıllardaki sıkıntılı dönemde yoğun bir şekilde gayret edip çalışıyordu. Asla hiçbir şeyden korkmuyordu. Cesareti, cömertliği, okuması, gayreti, kendine olan eminliğiyle bir örnekti. Bu bölgenin insanlarını, Müslümanlarını koruma adına zalim, dinsiz, imansız komünistlerin eline için müthiş bir gayret gösteriyordu. Gece gündüz çalışıyordu. Haliyle o dönemde artık muhacir olmuş, polis bir daha onu aramaya başlamıştı. O da polislerin eline bir daha düşmemek, o zulüm ve işkenceleri görmemek ve şahsında davasının zarar görmemesi için yoğun bir şekilde kendini koruyordu."
"Müslüman bir mahkûmun 24 saatinin nasıl olması gerektiğini cezaevine bir miras olarak bırakmıştı"
Temel, "Ben 94 yılının sonlarında JİTEM tarafından yakalandım, aşırı işkenceler gördüm ve 95 yılının ocak ayında cezaevine düştüm. Cezaevine girdiğimde şehid Selahaddin abinin izlerini orada da gördüm. Yani onun döneminde beraber kaldığı arkadaşlar hep onu yad ederdi. Diyelim ki cezaevi ile ilgili bir meseleyi, usulü konuştuğumuzda 'Şehid Selahaddin abi şöyle yapardı' derlerdi. Ufku geniş olduğu için bulunduğu ortama İslami bir ortama dönüştürürdü. Yani Müslüman bir mahkûmun cezaevindeki 24 saati, haftaları, ayları nasıl olması gerektiğini cezaevine bir miras olarak bırakmıştı. Müslüman bir davetçinin cezaevindeki şartları nasıl kabulleneceğini ve nasıl İslami bir yaşantı sergileyeceğinin uğraşını vermişti ve başarmıştı." şeklinde konuştu.
Konuşmasının devamında Temel, "Diyebilirim ki şehid Selahaddin abi Tekir Yaylası'nda şehid olduğu ana kadar etrafında iz bırakmıştır. Cezaevinde onunla birlikte kalan arkadaşlardan onu sorduğumda şunu ifade ediyorlardı, 'muhacerat döneminde onda yılgınlık, pes etme yoktu. Eğer bir ortamda bulunur ve orada evin 5-6 çocuğu varsa o çocukları eğitmeye başlardı. Anne babalar muhacir olduğundan piyasada rahat hareket edemedikleri için o aile fertlerinin çocuklarına başta okuma yazma, Kur'an-ı Kerim dersi verir; kitap okuttururdu. Herkes kitabını okur, sonra kitaptan ne anladığımızı sorar ve bu şekilde hepimizi harekete geçirirdi." ifadelerine yer verdi.
"Son anına kadar Rabbini ve ahireti düşünmüştü"
Şehidin şehadetini o gecenin tanıklarının dilinden aktaran Temel, "Şehid Selahaddin abi ile son günlerini ve gecesini yaşayan arkadaşlara sordum, dedim ki son geceniz nasıl geçti? Çünkü bir şehidin ardında belki öğrenmemiz gereken en büyük şeylerden bir tanesi onların son halleridir. Mesela Şeyh Said Rahimellahi aleyhin son sözleri bizler için paha biçilmez değerdedir. Mevlâna'nın vefat ettiği gecenin ismi 'Arus', yani düğün gecesidir. Kişinin sevgiliyle buluşma gecesi... Şehid Selahaddin abi beraberinde bulunduğu arkadaşlarla son olarak ahiret ve ölümü risaleden işlemişler. Ahiret ve ölümü... Dolayısıyla son anına kadar Rabbini ve ahireti düşünmüştü." dedi.
Şehadet anı
Baskın gecesini anlatamaya devam eden Bahattin Temel, "Arkadaşları, polislerin kendilerini kesinlikle öldürmek için geldiklerini söylemişler. O dönemde İslami kimliğe sahip olan arkadaşlarımızın hiçbirini sağ bırakmamak üzerine kararlıydılar. Şehid Selahaddin abinin arkadaşları 'kaçma, bir şekilde bunlarla konuşalım, çatışmadan bunların eline bir fırsat geçmesin. Biz bu işi selametle atlatalım.' diyorlar; Şehid 'hayır, Ben asla bir daha bu zalimlerin eline düşmeyeceğim.' deyip ilk önce evinin çalışma odasını ateşe veriyor ki hasbel kader polisin eline geçecek ve bir Müslümana zarar gelecek bir şeyler bulunmasın diye. Sonra bulunduğu evin arka tarafından kurtulmaya çalışıyor. O esnada bu zalimler tarafından ağır makineli biksilerle taranıyor ve şehid oluyor. Oradakilerin ifadesine göre 'sadece bir tekbir sesi geldi ve ondan sonra tarama başladı. O şekilde şehid oldu." şeklinde konuştu.
"Bu mektebi yetiştiren Selahaddinler bir tane olamaz, muhakkak ki binlerce Selahaddin çıkar"
"Onun şehadeti hepimiz için bir hüzün oldu." diyen Temel, şehadet haberinin ardından yaşadığı duyguları şu ifadeler ile paylaştı:
"Ben cezaevindeydim. Gerçekten tahammül edilebilecek bir durum değildi. Fakat hep şunu düşündüm, bu mektebi yetiştiren Selahaddinler bir tane olamaz. Muhakkak ki yüzlerce, binlerce Selahaddin çıkar. Ben bundan ümitliyim. Evet; bir gaflet ve sıkıntı oldu, kalbimiz sıkıştı ama Allah'a hamdolsun Rabbim imdada yetişti. Bu bir mekteptir. Bu mektep, bu Selahaddin'i yetiştirmiş. Nasıl daha önce Selahaddin-i Eyyubiler çıkmış ve zalimlerin boynunu kırmışsa Allah'ın izniyle bu Selahaddin ve bundan sonra çıkacak yüzlerce, binlerce Selahaddinler yine meydanı boş bırakmazlar diye büyük bir ümit içerisinde girdim."
Şehit Selahattin gibi insanların boşluğunun hemen doldurulamayacağını ifade eden Temel, "Fakat O, büyük bir gayret ve heyecanla kendisinden sonra öyle güzel bir iz ve nesil bıraktı ki inşallah onun bırakmış olduğu izi biz takip etmeye layık olacağız. Allah'ın izniyle Şehid Selahaddin abinin ismi, namı, mücadelesi baki kalacaktır. Onun mübarek naaşını ailesinden başka kimse defnedemedi. O kadar zalim bir hakimiyet söz konusuydu ki müsaade etmediler. Sadece birkaç akrabası ile beraber ancak onun naaşını defnettiler. Allah rahmet eylesin annesi Sultan Teyze bana yeminle söylüyordu ki 'Oğlum Selahaddin'in yüzünü açtığımda dudağı açıldı bana tebessüm etti.' O tebessüm ederken ki fotoğrafını da ben gördüm. Kendisi şehadete layık bir ağabeydi ve ona ulaştı. Rabbim bu azim ve kararlılığı hepimize nasip etsin. Ayaklarımızı hak davada sabit kılsın." temennisinde bulundu. (İLKHA)
YASAL UYARI: Yayınlanan yazılı haber, fotoğraf ve videonun tüm hakları İlke Haber Ajansı Basın Yayın San. Tic. A.Ş.'ye aittir. Hiçbir surette haber, fotoğraf ve videonun tamamı veya bir kısmı yazılı sözleşme yapılmadan veya abone olmadan kullanılamaz.
Zeytinburnu'nda İBB tarafından uzun süredir yapımı devam eden kavşak, ilçeye girişi resmen tıkadı. Bölgede esnaflık yapan vatandaşlar, söz konusu kavşağın mağduriyete yol açtığını, bitmesi halinde dahi çözüm olamayacağını, imar planının değiştirilerek sorunun çözüme kavuşturulması talebinde bulundu.
Bursa'nın Gürsu ilçesinde çıkan yangında bir ev tamamen küle döndü. Babaanne ve torunu atlayarak kurtulurken, yangın sonrası evde sadece yanmamış bir Kur’an-ı Kerim bulundu.
Yetimler Vakfı Genel Koordinatörü Cemil Cahit Ünsal, Afganistan’ın doğusunda meydana gelen 6,0 büyüklüğündeki depremin ardından yaşanan insani krize dikkat çekerek yardım kampanyası başlattıklarını duyurdu. Ünsal, kardeş ülkeye yönelik yardımların bir insanlık görevi olduğunu vurguladı.