Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, "Hazreti Peygamber'in bir hadisinde, ‘Buluğ çağı, deliliğin bir şubesidir’ deniyor. Bu, modern literatürdeki ‘normal şizofrenik dönem’ tanımıyla tamamen örtüşüyor." diyerek gençlik ve akıl konusunu ele aldı.
Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Yazı yazmak, konuşmak, her bir eylem aslında bir karar verme sürecidir. Gençlerde ise bu karar verme süreci tam olarak olgunlaşmamıştır. Gençlik döneminde, akıldan ziyade hisler baskın olur.” dedi.
Gençlerle aynı dili konuşmanın hiç de zor olmadığına dikkat çeken Tarhan, “Çocuk büyütürken tatlı bir disiplin gerekiyor, ama bu disiplin kararlı, tutarlı ve devamlı olmalı; içinde sevgi barındıran bir disiplin olmalı.” dedi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gençlik ve akıl konusunu ele aldı.
Akıl, özgür iradeyle ilgili
Tarhan, insanı diğer canlılardan ayrılan özelliğinin, akıl sahibi olması olduğunu dile getirerek, “Diğer canlılarda bilinç olabilir, ama akıl sahibi olmak farklı bir şeydir. Akıl, özgür iradeyle ilgilidir. İnsan karşısına iyi ya da kötü seçenekler çıktığında bunlardan birini seçer. Bu seçimi yaparken beynin ön bölgesini, yani frontal lobu kullanır. İçinden bir his gelir ya da dışarıdan bir şey duyar ve bu durumla ilgili beyninde bir değerlendirme süreci başlar. Beynin ön bölgesinde bir tür zihinsel jüri vardır; yap, yapma, uygun, uygun değil, faydalı, faydalı değil, güvenli, güvenli değil, doğru, doğru değil gibi kararlar verir. Her an, her saniye bu kararları veririz. Yazı yazmak, konuşmak, her bir eylem aslında bir karar verme sürecidir. Gençlerde ise bu karar verme süreci tam olarak olgunlaşmamıştır. Gençlik döneminde, akıldan ziyade hisler baskın olur. Sol beyin rasyonel beyin olup, mantık, muhakeme, analiz, konuşma, hesaplama gibi fonksiyonlarla ilgilenirken, sağ beyin daha duygusal, heyecanlar, sanat ve müzik gibi alanlarla ilgilenir. Ayrıca limbik sistem dediğimiz derin alt beyin de içgüdüsel fonksiyonlarla, yani yemek, içmek, üremek, barınmak gibi temel ihtiyaçlarla ilgilenir. Bu üçünden gelen ihtiyaçları ön beyin değerlendirir ve karar verir. Ancak ergenlerde, yani gençlik döneminde bu süreç henüz tam olarak gelişmemiştir.” dedi.
Hazreti Peygamber'in bir hadisinde, ‘Buluğ çağı, deliliğin bir şubesidir’ deniyor
UNESCO'ya göre gençlik döneminin 15-25 yaş arası olarak tanımlandığını ve bu dönemde kişinin kimlik karmaşası yaşayarak "Ben kimim?", "Nereye yönelmeliyim?", "Niçin?" gibi sorulara cevap aradığını dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Literatürde gençlik dönemi için ‘normal şizofrenik dönem’ tabiri kullanılır. Yani bir genç, bir günde dört mevsim gibi ruh hali değişiklikleri yaşayabilir; sabah başka, akşam bambaşka olabilir. Bazen ani çıkışlar yapar, olaylara karışır ve sonra pişman olur. Bu tür davranışlar 40 yaşında bir kişi tarafından yapılsa, klinik vaka olarak değerlendirilebilir. Bu konuda okuduğum bir şey beni çok şaşırtmıştı: Hazreti Peygamber'in bir hadisinde, ‘Buluğ çağı, deliliğin bir şubesidir’ deniyor. Bu, modern literatürdeki ‘normal şizofrenik dönem’ tanımıyla tamamen örtüşüyor. Yani 1400 yıl önce peygamberin bu sözü, gençlerden 40 yaşındaki bir insanın olgunluğunu beklememek gerektiğini vurguluyor. Bu nedenle halk arasında ‘delikanlı’ tabiri kullanılıyor. Gençlerden bir 40 yaşındaki insanın olgunluğunu beklemek, haksızlık olur ve bu da ilişkilerin bozulmasına yol açabilir.” diye konuştu.
Gençlerin hata yapma hakkı var!
Gençlerle aynı dili konuşmak hiç zor değil diyen Tarhan, “Gençlerin hata yapma hakkı olduğuna vurgu yaptı. Tarhan, “Gençlerin gelgitler yaşama, iniş çıkışlarla başa çıkma hakları var. Yani akıl ve his arasında bir denge kurmaya çalışıyorlar, hayatı tanımaya çalışıyorlar. Bu durum, tıpkı yürümeye başlayan bir çocuğun eline bir bardak su alıp dökmesine benzer. Biz, anne baba olarak bunun yaramazlık olduğunu sanırız. Hayır, bu çocuk aslında kaslarının gelişmesini öğreniyor ve bu şekilde deneyim kazanıyor. Aynı şekilde, gençler de gelişirken çevrelerine bakıp doğruyu bulmaya çalışıyorlar, tepki veriyorlar, deniyorlar. Eğer biz onlara iyi örnek olup doğru standartları, sosyal ve aile normlarını öğretmezsek, çocuklar yanlışları öğrenir.” şeklinde konuştu.
Çocuklara hayatın sınırlarını öğretiyoruz
Günümüzde en çok karşılaştığımız durumlardan birinin de evin liderinin çocuk olduğu aileler olduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Anne baba çocuğun her isteğini yerine getirmiş, disiplin vermemiş, sınırlar koymamış. Çocuk ergenliğe geldiğinde istediği olmadığında kırıp dökmeye başlamış. Anne baba pasif kalmış, iyi niyetle sevgi vermişler ama hayatın standartlarını öğretmemişler, disiplin aşılamamışlar. Bu çocukları hastaneye yatırıp davranış geliştirmeye çalışıyoruz. Hayatın sınırlarını öğretiyoruz. Çoğu iyi niyetli, saf ve güzel çocuklar ama hayatın kurallarını bilmiyorlar. Bu nedenle ergenlik dönemi gerçekten zor bir dönemdir. Ergenlikte bir genç, birdenbire anneye babaya kafa tutar. Bu nedenle gençlerin bu tavrını sorgulama ve arayış eğilimi olarak görmeliyiz. ‘Eyvah, yoldan çıktı, genci kaybettik’ diye düşünmememiz gerekiyor.”
Evin lideri anne baba olmalı
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, evin liderinin anne ve baba olması gerektiğini belirterek, “Anne ve baba ortak bir dil kullanmalıdır. Çocuklar ve gençler üç şeyi örnek alırlar: anne, baba ve aralarındaki ilişki. Eğer anne ve baba ortak bir dil kullanırsa, çocuklar bir anneyi zorlarlar, bir babayı zorlarlar ama bakarlar ki ikisi aynı dili kullanıyor, o zaman kabullenirler. Evi de güvenli bir alan haline getirmeliyiz. Çocuk eve geldiğinde sanki mahkemeye çıkacakmış gibi sorgulanacağını, yargılanacağını hissederse, o çocuk ilk fırsatta evden kaçmak ister. Biz genellikle eleştirinin dozunu kaçırıyoruz. Çocuk iki tane iyi şey yapıyor ama bir yanlış yaptığı zaman, iyi şeyleri görmeyip yanlışların üzerinde duruyoruz. Çocuğu karşımıza alıp düzeltmek yerine, onu yanımıza alıp birlikte hayat yolunda ilerlememiz gerekiyor. Hayat yolunda bir yol arkadaşı olmak gerekiyor.” dedi.
Çocuklara emir kipiyle yaklaşılıyor
Genellikle çocuklara emir kipiyle yaklaşıldığını da söyleyen Tarhan, “Emir vererek, buyurgan bir şekilde davranıyoruz. Bu da çocuk, özellikle günümüz çocuğu, özgürlüğüne düşkün olduğu için ters tepiyor. Buyurgan yaklaşan anne babaya karşı çocuk ters bir kimliğe bürünüyor. Anne A diyorsa, o B yapıyor. Çocuk, anne ve babasının sinirlenmesinden bilinçaltında zevk alıyor.” şeklinde konuştu.
Toplumumuzda aile önemli bir yere sahip
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, gençler üzerinde yapılan araştırmalara göre, Türkiye'de özellikle gençlerin yüzde 69'unun en çok aileye güvendiğini belirttiğini kaydederek, “Toplumumuzda hala aile önemli bir yere sahip. Ancak, aynı istatistiklerde toplumun yüzde 25'inin aile kurumuna gerek olmadığını düşündüğü ortaya çıkmış. Bu oldukça yüksek bir oran. Gençler açısından baktığımızda ise en çok güvendikleri yerin aile olduğu görülüyor. Bu, aile kurumunun hala gençler için ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, anne babaların çocuklarına kendi hayatlarının kaptanı olmaları için fırsat vermeleri gerekiyor. Anne babalar sıkça şu hataya düşüyor: Çocuğun yapması gereken işleri kendileri yapıyorlar. Çocuk kendi hayatını, kendi kararlarını kendisi vermelidir. Anne baba ise ona rehberlik etmeli, kılavuz olmalıdır. Bu şekilde çocuk hayatı öğrenir. Ama anne baba çocuğun yerine geçip onun yapması gerekenleri yaparsa, çocuk ‘Annem beni benden çok düşünüyor’ diyerek sorumluluk almaz, kendisini geri çeker.” dedi.
Aile içindeki ilişkide sevgi ve disiplin dengesi çok önemli
“Aile içindeki ilişkide sevgi ve disiplin dengesi çok önemlidir. Eğer sevgisi fazla, disiplini zayıf, kuralsız bir ev ortamı varsa, çocuk hayatı öğrenemez.” diyen Tarhan, “Örneğin, sevgi fazla ama katı bir disiplin varsa, çocuk korkak, özgüveni düşük ve pasif olur, sürekli yönetilen bir birey haline gelir. Sevgi az, disiplin de azsa, o çocuk ileride kriminal bir kişilik geliştirebilir. Hem sevgisiz hem de kuralsız büyüdüğü için suç işlemeye meyilli olabilir. Sevgi yok ama disiplin varsa, o çocuk da acımasız, merhametsiz olur; çünkü hem sevgisiz hem de aşırı baskı altında büyümüştür. Bir sabunu fazla sıkarsanız elinizden kayıp gider, gevşek bırakırsanız yine kaçar. Çocuk büyütürken tatlı bir disiplin gerekiyor, ama bu disiplin kararlı, tutarlı ve devamlı olmalı; içinde sevgi barındıran bir disiplin olmalı. Suçlayıcı, yargılayıcı tavır çocuk üzerinde olumsuz bir etki oluşturur ve hiçbir şey öğrenemez.” şeklinde konuştu.
Çocuk için ev güvenli bir alan olmalıdır
Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“Çocuk için ev güvenli bir alan olmalıdır. Yanlış yapabilir, hata yapabilir; ama evi seviyorsa, hatasından döner ve tekrar eve gelir. Fakat evi sevmiyorsa, ilk fırsatta evden kaçar. Bu yüzden anne babaların evde sıcak, sevimli ve güvenli bir ortam oluşturmaları önemlidir. Ayrıca, evde en çok hangi konuların konuşulduğuna dikkat etmek gerekir. Bir evde en çok para, spor, mal mülk veya siyaset konuşuluyorsa, çocuğun zihin haritasında bunlar en üst sıralarda yer alır. Ama evde iyi insan olmak, dürüstlük, çalışkanlık ve evrensel değerler vurgulanıyorsa, çocuk da bunları benimser. Kısacası, evde neye en çok sevgi ve değer yatırımı yapılırsa, o çocuğun zihin dünyasında da kutsal hale gelir. Annelik ve babalık, çocuğa ara sıra nasihat vermek ya da konferans gibi hayat dersi sunmak değildir. Çocuğun hayatına en çok etki eden şey, konuşmalar değil; yaşanılan olaylardır. Birlikte geçirilen zaman, paylaşılan olumlu ve olumsuz olaylar çocuğun gelişen ruhuna birer tohum gibi ekilir ve ilerleyen yaşlarda bu tohumlar meyve verir.”
Dijital bir nesil var…
Tarhan, gençlerin teknolojinin içine doğduğu için, özellikle sosyal medya ve dijital teknolojilerin yerlisi durumunda olduğunu kaydederek, “Dijital bir nesil var ve hayatla ilgili birçok bilgiyi sosyal medya ve internet haberciliğinden öğreniyorlar. Bu, beklenen ve makul bir durum. Ancak burada gençlere uğrunda emek verecekleri, çaba sarf edecekleri bir ego ideali, bir yaşam amacı vermemiz gerekiyor. Bu sadece para kazanmak, şu olmak veya bu olmak değil; hayatın sonunda nasıl bir insan olmak istediklerine ve nasıl anılmak istediklerine dair yüksek bir ideal sunulmalı. Eğer gençlere bu tür yüksek idealler verirsek, sosyal medyada karşılarına yanlış şeyler çıktığında bu ideallerini düşünerek ‘Hayır’ diyebilirler. Ama bir genç, hayatta bir amacı yoksa ve sadece ‘anı yaşa’ tarzında haz odaklı yaşıyorsa, o genç kalıcı bir mutluluğu yakalayamıyor. O an mutlu olabiliyor ama mutluluk bitince yeni bir mutluluk arayışına giriyor.” diye konuştu.
İki türlü mutluluk var: Haz mutluluğu ve anlam mutluluğu!
Gençlere öğretmemiz gerekenin, "anlam mutluluğu" kavramı olduğunu da dile getiren Tarhan, “İki türlü mutluluk vardır: Haz mutluluğu ve anlam mutluluğu. Bu yeni bir şey değil, Aristoteles bile bu konuda konuşmuş. ‘Eudaimonik’ ve ‘hedonik’ mutluluk olarak adlandırmış. Hedonik mutluluk, haz odaklıdır; hemen bugün vur patlasın, çal oynasın, bugünü yaşa mantığıyla hareket eder. Ancak eudaimonik, yani anlam mutluluğu, yüksek hedefler ve idealler barındırır. Bu mutluluğa ulaşmak için emek verilir, yorulunur, çile çekilir. Eğer gençlerimize böyle yüksek hedefler ve idealler koyarsak, o gençler bu ideallere ulaşmak için zaman zaman kayıplar yaşasalar bile moral bozmadan, hedeflerini düşünerek yollarına devam ederler. Ne yazık ki modernizm ve modern yaşam, kapitalist ahlak ve tüketim ekonomisi, bize ‘vur patlasın, çal oynasın’ tarzında bir hayat sunuyor.” şeklinde konuştu.
Dünyada bağımlılık epidemisi yaşanıyor
Dünyada bağımlılık epidemisi yaşandığına işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Türkiye de bundan etkilenmiş durumda. Şu anda Türkiye'de 800 bin denetimli serbestlik dosyası bulunuyor. İnanılmaz bir sayı, 800 bin! Bu, devletin üzerinde büyük bir yük oluşturuyor ve en çok da gençler bunun kurbanı. Bu nedenle bağımlılık politikalarının değiştirilmesi gerekiyor. Gençlerle ilgili politikaların da yeniden düzenlenmesi şart. Şu anda gençleri spora yönlendirerek gençlik politikasını yönetiyoruz. Tabii ki spor gençler için faydalı, onları yanlış alışkanlıklardan uzak tutuyor. Ancak sporun içinde anlam kavramı yok, sadece bir rekabet söz konusu. Bu yüzden kültür, ideal ve fikir odaklı bir gençlik yetiştirmek gerekiyor. Kültüre yatırım yapılmalı. Son yıllarda Türkiye’de büyük spor salonları, yüzme havuzları yapıldı. Hatta küçük kasabalarda bile yüzme havuzları ve futbol sahaları var. Ancak gençlere kültürümüzü ve fikirlerimizi öğretecek alanlar konusunda daha fazla yatırıma ihtiyaç var.” dedi.
Gençler sosyal medyanın etkisine kapılmamalı
Sosyal medyanın gençler üzerinde büyük bir etkisinin olduğunu da dile getiren Tarhan, sözlerini şöyle tamamladı:
“Gençlerin sosyal medyanın etkisine kapılmaması için, kendi sosyal medyalarının öznesi olmaları gerekiyor. Eğer nesnesi olurlarsa, yönetilirler. Sosyal medyaya karşı gençler, onu ihtiyaca göre kullanmayı öğrenmeliler. Aksi takdirde, sosyal medyanın sürükleyici etkisine kapılırlar. Ulaşılabilirliği yüksek ve çok çekici olabilir, ancak ciddi anlamda zaman ve enerji kaybına yol açıyor. Gençlerin en büyük sermayesi zamandır. Gençlik, altın kadar kıymetli bir dönemdir. Bu zamanı yüksek hedefler ve idealler doğrultusunda kullanmak gerekir. Türkiye olarak, birey olarak küresel aktör olabilmemiz için gençlerin idealist olmaları gerekiyor. Gençler hem idealist hem realist hem de aktivist olmalı. İdealist gençler yüksek hedeflere sahip olur. Realist gençler ise Mevlana’nın pergel metaforu gibi bir ayağı gerçeklerde, diğer ayağı hayallerde olan gençlerdir. Üçüncü olarak da aktivist gençler, sadece sözde kalmayıp eyleme geçen, plan ve proje üreten bireylerdir. Gençlere örnek olursak, onlara ihtimal dolu bir iklim oluşturabiliriz. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki gençler masumiyet ve adalet duygusu yüksek, dijital bir nesil olsalar da sevimliler. Bu nedenle gençlerimizi sorgulayıp yargılamak yerine, onlara iyi örnek olmalı, iyi ihtimalleri önlerine sunarak kendi yollarını bulmalarına yardımcı olmalıyız.” (İLKHA)
YASAL UYARI: Yayınlanan yazılı haber, fotoğraf ve videonun tüm hakları İlke Haber Ajansı Basın Yayın San. Tic. A.Ş.'ye aittir. Hiçbir surette haber, fotoğraf ve videonun tamamı veya bir kısmı yazılı sözleşme yapılmadan veya abone olmadan kullanılamaz.
Bursa'da mıknatıslı boncuk bileklik yutan 5 yaşındaki kız çocuğunun bağırsağından 38 adet mıknatıs çıkartıldı.
Uzmanlar soğuk havalarda artış gösteren ağrılara dikkat çekerek, birçok kişinin bel, sırt ve boyun ağrısı çektiğini belirterek tavsiyelerde bulundu.
Doç. Dr. Bilgehan Sezgin Asena, mevsim değişimleriyle birlikte hava koşullarına bağlı olarak gözlerde kuruluk ve alerji görülebildiğini söyledi.